Enflasyon rakamları açıklandı. Tüketici fiyatları enflasyonu Ekim ayında yüzde 2 oranında arttı. Ekim ayı itibarıyla enflasyondaki yıllık artış ise yüzde 9,26’dan yüzde 8,55’e indi. Bunun geçici bir durum olduğunu Borsatek’teki bir önceki yazımda belirtmiştim.
4 Kasım’da açıklanan enflasyon rakamlarından önce 3 Kasım’da yazdığım yazıda, “enflasyon Ekim’de yüzde 8’e inse bile yıl sonunda çift haneyi görür” ifadelerine yer vermiştim. Hatta enflasyonun yüzde 8 olabilmesi için Ekim ayı enflasyonun yüzde 1,48 çıkması gerektiğini vurgulamıştım. Ekim enflasyonu yüzde 2 çıkınca yıl sonu enflasyonun çift hanelere yükselme ihtimali çok daha fazla güçlendi. Öyle ki Kasım ve Aralık aylarında enflasyon sıfır olsa bile yıl sonuna kalmadan Kasım’da yüzde 10,14 ile iki aylık bir aranın ardından yeniden çift hanelere dönülecek. Aralık’ta ise yüzde 10,59 rakamına ulaşılacak.
Enflasyonda geçen yıl Ağustos’ta yüzde 2,30’luk, Eylül’de yüzde 6,30’luk, Ekim’de yüzde 2,67’lik yüksek artışların ardından Kasım’da yüzde 1,44, Aralık’ta yüzde 0,40 düşüş görülmüştü. Baz etkisinden kaynaklanan bu düşüşün bu yıl görülme ihtimali sıfıra yakındır. 2017 yılının Kasım ve Aralık enflasyonları (sırasıyla yüzde 1,49, yüzde 0,69) kadar artış olursa, ki bu ihtimal oldukça güçlü bir ihtimal olarak görülüyor, enflasyon Kasım ayında yüzde 11,78’e, yıl sonunda ise yüzde 13,01’e çıkar. Nitekim, 3 Kasım’daki yazımda, “2019 tüketici fiyatları yıl sonu enflasyon tahmini, Yeni Ekonomi Programı’nda (YEP) yüzde 12 olarak konuldu. Uluslararası Para Fonu (IMF) ise daha karamsar ve enflasyonun yüzde 15,7’i bulacağını öngörüyor. IMF tahminini böyle ortaya koysa da veri tabanında 2019 tahmini olarak yüzde 13,5 rakamı yer alıyor. Bence de enflasyon yüzde 13’leri görür” ifadelerini kullanmıştım.
Buna Merkez Bankası’nın beklenti anketindeki yıl sonu tüketici fiyatları beklentisi olan yüzde 12,69’u da ekleyelim.
Nitekim hükümet de enflasyonun sebebi olarak gördüğü faiz oranlarını düşürmek için elinden gelen gayreti gösteriyor.
Aslında faiz, ekonomide paranın fiyatıdır. Kimse, kullandırdığı paradan zarar etmek istemez. Bundan dolayı, faiz oranlarında negatife inmek, mevduat kaçışına yol açar. Tabii mevduattan kaçış için paranın değerlendirileceği başka alanlar da olmalıdır. Eğer o alanlarda da pozitif bir gelir beklenmiyorsa, güvenli bir sığınak olarak görülen mevduatta, zarara katlanarak kalındığına da rastlanmıştır. Türkiye’de 1980 öncesinde görülen durum buna benzer. Paranın değerlendirileceği döviz, altın, mevduat, emlak dışında fazla bir alan yoksa, ülkede borsa bile kurulmamışsa, kişilerin başka bir şekilde davranması da beklenemez.
Fakat günümüzde paranın değerlendirileceği çok fazla alternatifin de bulunduğu bir gerçektir.
Bu çerçeveden bakınca, enflasyon oranları kontrol altına alınmadan, tek hanelere indirilmeden faizlerde çok fazla bir düşüş beklemek eşyanın tabiatına aykırı bir durum olur. Çünkü para sahipleri, negatif bir faizin olduğu bir ortamda paralarını mevduata veya devlet borçlanma senetlerine yatırmazlar. Bankalar mevduat sıkıntısı çeker, ekonomiyi yeterince de fonlayamazlar.
Faiz, ister istemez, gelecek enflasyonu ile bağlantılı bir konudur. Hedef enflasyon yüzde 10 olarak tahmin ediliyorsa, faiz yüzde 9’a inmez. Faiz, hedef enflasyonun birkaç puan üzerinde olmalıdır ki para sahipleri, yatırım tercihlerini yaparken, mevduat ve devlet iç borçlanma senetlerine yönelsinler.
Bir ekonomide düşük faiz neden önemlidir denilirse, birincisi paranın fiyatının ucuz olması yatırım kararlarını etkiler. Düşük faiz oranları kaynak maliyetlerini azaltacağı için yatırımlar artar, büyüme hızlanır, ekonomi canlanır, istihdam artar, işsizlik düşer, üretim ve tüketim artar. İktidarlar için inanılmaz güzel bir ortam oluşur.
Ayrıca, hem özel sektörün hem devletin hem de bireylerin borçlarının daha rahat çevrilmesine olanak doğar.
Ülkemiz özellikle kamu borçları açısından en borçlu ülkeler arasında değildir. Hatta, borcun milli gelire oranına bakıldığında durumu oldukça iyi sayılır. Avrupa Birliği tanımlı genel yönetim borç stoku olan 1 trilyon 283,9 milyar liranın milli gelire oranı yüzde 32,2’de kalmaktadır. Fakat, sorun, faiz ödemelerinin yüksekliğidir. Bazı ülkelerin neredeyse sıfıra yakın bir faizle, çok uzun süreli borçlandığı düşünüldüğünde, borç stokunun yüksek olmasının önemi kalmaz. Çünkü, her yıl ödenen borç miktarı, bütçe gelirlerine göre oldukça düşük düzeye iner. Ağustos 2019 itibarıyla merkezi yönetim iç borç stoku 692,4 milyar lira oldu. Kamu, özel toplam brüt dış borç stoku ise 2019 Haziran ayı sonu itibarıyla 446,9 milyar dolara ulaştı.
Sadede gelirsek, merkezi yönetim iç borç stokunun yıllık faiz yükü yüzde 14 faizle 96,9 milyar lira olur. Eğer enflasyon yüzde 3’e inse ve kamunun borçlanma faizi bu enflasyona bağlı olarak yüzde 4’e gerilese, kamunun yıllık faiz yükü 27,7 milyar liraya iner. Aradaki fark, 69,2 milyar lira olur ki çok da az para sayılmaz. Bu sadece merkezi yönetimin iç borç stoku için… Buna özel sektör borçları, bireysel krediler, dış borçlar eklenirse olayın boyutu siz düşünün.
İşte enflasyonun ve faiz oranlarının düşmesinin ne kadar önemli bir konu olduğunu sadece faiz ödemelerine bakarak bile anlayabiliriz.
Bu gerçekten hareketle, öncelikle enflasyona yönelmemiz ve enflasyon rakamlarını yüzde 5’in altına indirmemiz çok önemlidir.