Bir akşam haber kanallarında alt yazı geçtiğinde veya ertesi sabah gazetelerde gördüğümüzde fark ettik O’nu. Ülkenin en önemli kamu şirketlerinin ve belirli hazine arazilerinin mülkiyetine bir anda sahip olunca farkına vardık O’nun. İlk günlerde bile devasa bir büyüklüğe ulaşıp sadece beş kişi tarafından yönetileceğini öğrendiğimizde dikkatimizi çekti O.
Oysa ki 2016 Ağustos’unda kabul edilen ve resmî gazetede yayınlanan OHAL kapsamındaki 6741 sayılı “Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” isimli kanun ile çoktan kurulmuş bile. O bir Anonim Şirket. Hem de bu gidişle Dünya’nın en büyük mal varlığına sahip olacak şirketlerden bir olacak gibi duran bir Anonim Şirket.
İlk şaşkınlıktan sonra Dünya’da da örnekleri olduğu yazılıp çizildi ama Dünya’daki örneklere benzemeyen çok yanı var. En önemlisi; diğer ülkeler, giderlerinden daha fazla gelir elde etiklerinde bu İş’e girmişler. Örneğin, petrol veya doğal gaz gibi kaynakları olan ülkeler bunlardan elde ettikleri fazla gelirleri, devlet bürokrasisinden kurtarıp daha verimli alanlarda kullanmak ve gelecek kuşaklara aktarmak için bu tür fonları kuruyorlar. Ancak Türkiye’nin böyle bir gelir fazlası, en azından bildiğimiz kadarıyla, yok. Tam aksine fona devredilen şirketlerin bazıları zararda yani gider fazlaları var. Sadece bu bile bizimkinin farklı “bir şey” olduğunu gösteriyor.
Dünya’daki örneklerinden epey farklı olan bu “bir şeyi” anlamak için ne yapmak gerekir? Hukuki dayanağına olan yukarıdaki Kanun’a bakmak lazım, ama o da dertlere derman olmuyor. Tam aksine Kanun’u okuyunca kafada bir sürü soru işareti oluşuyor. Bunlardan birkaç tanesini paylaşalım da ne demek istediğimiz tam anlaşılsın.
Kanun’a göre, mal varlığı kamuya ait varlıklardan oluşan bu şirket, kamu denetiminden çıkarılmış özel hukuk kapsamına alınmış. Kanundaki bu madde hukuki açıdan çok tartışma götürür. Bir başka maddede TBMM denetiminden bahsediyor. Ancak şu gerçeği ne yapacağız? Varlık Fonu adına karar verenler iktidar tarafından atandığına göre ve TBMM çoğunluğu oluşturan grubun iktidar milletvekilleri olacağına göre, söz konusu denetim biraz “kendi çalıp kendi oynama” durumu olmayacak mı? Yani önce karar alıyorsunuz, sonra kararı uyguluyorsunuz sonra da bu uygulamayı denetliyorsunuz! Saçmalamadan bir cevap?
Kanun’a göre fonun varlıkları, işlemleri, gelirleri ilgili vergi ve harçlardan muaf tutulmuş. Bu Devletin zaten adil olmayan ve sorunlar yumağı vergi sistemini daha da bozmaz mı? Vergi gelirlerini azaltmaz mı? Bütçe açığını yükseltmez mi?
Yine Kanun’un çeşitli maddelerine göre fonun kaynakları sıralanmış. Halihazırdaki kamu varlıkları, bunların gelirleri ve fonun sermaye piyasalarından sağlayacağı kaynaklar diye sıralanmış. Ancak bu kaynakların nasıl ve nerede kullanılacağı konusunda fazla bir ip ucu yok. Mantık kuralları içinde kalarak bu eksiklik nasıl açıklanacak?
Sorular, sorular, sorular… burada bırakıp Kamu Varlık Fonu ve Fon’a devredilen şirketler ile ilgi ne düşündüğümüz kısaca anlatalım. Bu aslında bir finansman modeli. Teorik olarak başarılı olabilir. Ancak Türkiye’nin özelinde modelin başarı şansını düşük görüyoruz.
Fon bünyesindeki şirketlerin ve diğer varlıkların “menkul kıymetleştirilmesi” sonucu, borçlanarak elde edilen kaynaklar ile 3. Hava Limanı, nükleer santral, Kanal İstanbul gibi projeler finanse edilmek isteniyor. Ancak bu projelerin geri dönüşleri ve borç ödemek için nakit yaratmaları uzun vadeli olacağı için daha fazla kamu kaynağı fon bünyesine aktarılmak zorunda kalacak ve finansmanın kamuya olan maliyeti beklenenden çok daha fazla olacaktır. Daha kötüsü, borç sarmalına giren Fon elindeki kamu varlıklarını da heba edip, Türkiye’ye altından zor kalkacağı bir yük de yükleyebilir.
Yine, yetkililere göre tabii, Fon’un amaçlarından biri de kamu şirketlerini verimlilik, profesyonellik, şeffaflık gibi ilkeler doğrultusunda etkili bir şekilde yönetmek. Bizce bu model ile amaçlananın tam tersi sonuçlar elde etmek daha yüksek olasılık. Kamu şirketlerinin “iyi yönetilmesi” hepsini bir araya toplayarak olmaz. Tam tersine, stratejik konumda olan her birini ayrı ayrı ele alarak, her birine eğitimli ve deneyimli yöneticiler atayarak ve sıkı bir şekilde denetleyerek olabilir. Stratejik olmayanların da bir an önce uygun fiyatlarla özelleştirilerek iyi yönetilmesi sağlanabilir.
Bu model ile yetkililerce söylenenin aksine, zarar eden kamu mülkiyetli şirketlerin bu zararlarının karlı olanlar ile kapatılması amaçlanıyor olabilir. Örneğin zarar da olan Türk Hava Yollarının zararının, kar üreten bir şirket olan Ziraat Bankası’nın karı ile karşılanması gibi. Bunun olup olmayacağını ileride hep beraber göreceğiz.
Varlık Fonu kararını veren irade elbette iyi niyet ile kamu faydası yaratacak amaçlar için bu kararı vermiş olabilir. Ancak bizce bu kararların Türkiye şartlarında uygulanmasında büyük riskler bulunuyor. Günün sonunda elimizde amaçlananın tam aksi sonuçları bulmak da mümkün.