Pandemi Türkiye finansal piyasalarını nasıl etkileyecek

Dr. Gülay SELVİ HANİŞOĞLU

Finansal sektör, farklı kanallarla ülkelerin ekonomik olarak gelişmesine önemli katkı sağlamaktadır. Ekonomik gelişmişlik ve finansal sektör arasındaki ilişki tek yönlü değildir. Finansal sektörün gelişmişliği ve sağlıklı yapısı ekonomik gelişme için önemli bir ön şart ve gereklilik iken, aynı zamanda ekonomik gelişmişlik finansal piyasaların derinliğinin ve ürün çeşitliliğinin artmasını sağlayarak karşılıklı etkileşimde bulunmaktadırlar.

Finansal piyasalarda bilgi edinme en temel ihtiyaçlardan birisidir. Bilgi edinme ihtiyacı, işlem maliyetlerinin yüksekliği ve karmaşık piyasa yapılarında bilgiye ulaşmanın zorlukları finansal kurumların ortaya çıkmasına ve finansal sektör için kilit oluşumlar olarak hayatlarını devam ettirmesine neden olmaktadır. Değişen ihtiyaçlar ve gelişmekte olan bilgi işlem teknolojilerine paralel olarak finansal aracıların yapısı, düzenlemeleri değişiklikler gösterebilmektedir. Finansal sistemlerin yapısı ülkelere ve dönemlere göre farklılıklar göstermekle birlikte, belirsizliğin ve risklerin çok fazla olduğu bir ortamda kaynakların ülke ihtiyaçlarına göre farklı sektörlere dağıtılması, küçük yatırımları ve birikimleri olan kişi ve kuruluşların bu birikim ve yatırımlarının korunması, risk yönetimi konusunda desteklenmesi gibi temel işlevleri yerine getirmektedir.

Türkiye’de Finansal Sistemde bu işlevleri yüklenen en önemli kurumlar bankalardır. Türkiye’de finansal kuruluşların aktif büyüklüğü toplamı 2018 yıl sonu itibarıyla 4.674 milyar TL. iken bankaların aktif büyüklüğü 3.867 milyar TL. dır. Bankalar finansal sistemin % 83’ünü oluşturmaktadır. Bankalardan sonra portföy yönetim şirketleri, ve sigorta şirketlerinin ayrı ayrı finansal sektör içerindeki payları %4 civarındadır. İşsizlik sigortası fonu %3, Emeklilik yatırım fonları ve gayrimenkul yatırım ortaklıkları %2 paya sahiptir. Finansal kiralama şirketleri, faktoring şirketleri, aracı kurumlar, reasürans şirketleri, girişim sermayesi ve menkul kıymet yatırım ortaklıklarının payı ise %1 ve altındadır. Bu oranlardan görülebildiği gibi bankacılık sistemi tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de finansal sistem içerisinde en önemli aktördür.

Aralık 2019’da Çin’de başlayan ve hızla tüm dünya ülkelerine yayılan ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından salgın olarak sınıflanan Covid-19 sağlık krizi dünya ölçeğinde çok sayıda ölüme neden olmaktadır. Yayılmanın önlenmesi amacıyla devletler tarafından alınan önlemlerle orta küçük ölçekli hizmet sektöründe çalışan pek çok işletme ile birlikte büyük alışveriş merkezleri, eğlence merkezleri kapanmıştır. Üretim işletmelerinin bazıları kapasitelerini düşürmüş veya bazıları ise tamamıyla işletmelerini kapatmışlardır.

Dünya çapında ve ülkemiz özelinde 20. yüzyılın başından beri yaşanan krizler finansal sistemden kaynaklanan döviz krizleri, bankacılık krizleri, ödeme dengesi krizleri olarak başlamış, diğer alanlara ve ülkelere yayılmıştır. Ancak içinde yaşadığımız ölçekte uluslararası düzeyde sağlık sektöründe başlayıp, üretim sektörünü, reel sektörü böylesine kesintiye uğratan bir krizle ülkeler bugüne dek karşılaşmadı. Bu nedenle başta Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere diğer uluslararası kurumlar bu krizle nasıl başa çıkabileceklerine ilişkin yöntemler aramaya ve farklı uygulamaları hayata geçirmeye başladılar.

Uluslararası fon akımlarının devamlılığını ve finansal istikrarı sağlamak, dünya ticaretini kolaylaştırmak ve ekonomik büyümeyi desteklemek amaçlarını öncelemiş bir kuruluş olan IMF (International Monetary Fund - Uluslararası Para Fonu) var olan borçlanma modellerine ilave ekonomik yardım paketi açıkladı ve tüm ülkelerle işbirliği içinde olduklarını duyurdu. Ülkelerin merkez bankaları uyguladıkları parasal politikaları gevşeterek faiz oranlarını düşürdüler. Finansal sistemde likiditeyi arttıracak önlemler aldılar. Likidite yaratmak için bankaların ve kredi kuruluşlarının aktiflerinde bulunan menkul kıymetleri satın alacaklarını açıkladılar.

Benzer şekilde Türkiye’de faaliyette bulunan finansal kuruşlar ve düzenleyici kurumlar, yaşanan krizin etkilerini azaltıcı yöntemler üzerinde çalışmaya başladılar. Beklenmeyen ve riskli bir durumla karşılaştığımızda nasıl bizler önce kendimizi koruyacak önlemler alarak hayatta kalmaya odaklanıyorsak doğal olarak finansal sistem içerisinde yer alan kuruluşlar ve finansal sistemin en önemli kurumlarından olan bankalar karşı karşıya oldukları riskin büyüklüğünü ve kendilerine nasıl bir etki yapacağını hesaplamaya başladılar. Diğer taraftan finansal sistemin sağlıklı yürütülmesinden ve reel sektöre kaynak aktarılmasının kesintisiz sürdürülmesinden sorumlu olan düzenleyici ve denetleyici kurumlar ise sistemin bütününü kapsayacak ve reel sektöre fon akımını devam ettirecek yönde düzenlemeleri devreye almaya başladılar. Uluslararası düzeyde alınan önlemlerle paralel olarak genişleyici para politikası ve faiz oranlarının düşürülmesi ülkemizde devreye alındı. Bunun yanı sıra ve bu düzenlemelere ilave olarak 18 Nisan 2020 tarihinde bankaların aktiflerini reel sektör finansmanı, menkul kıymetler ve Merkez Bankası ile yapacakları swap işlemlerine yönlendirmelerini düzenleyen Aktif Oranı uygulaması Mayıs itibarıyla uygulanmak üzere devreye alındı. Bankalar topladıkları Türk Lirası mevduatlarının tamamı ile Yabancı Para mevduatlarının %25 fazlasını, krediler, menkul kıymetler ve Merkez Bankası ile yapılan para takası (swap) olarak değerlendirmek zorunda olacaklar. Aktif Oranı* hesaplamasında, menkul kıymetler % 75, para takası (swap) ise % 50 ağırlıkla yer almaktadır. Bireylere veya şirketlere verilecek kredilerin verilmeye devam edilmesine yönelik bu uygulamada krediler tutarından tahsili gecikmiş alacakların düşülmesi düzenlenmiştir. Finansal sistemin işleyişinde yaşanan kriz nedeniyle oluşabilecek muhtemel tıkanıklıkları aşmaya yönelik bu düzenlemenin orta ve uzun vadede etkilerini banka bilançolarında görebiliriz.

Türkiye bankacılık sisteminde kredilerin tahsili gecikmiş alacakları yani takibe dönüşüm oranı Şubat 2020 itibarıyla %5,20 düzeyinde gerçekleşmiştir. Bankaların tahsili gecikmiş alacakları nedeniyle ettikleri zararlar sermayelerinin azalmasına neden olmaktadır. Geçmişe göre şirketlerin daha riskli olduğu ve belirsizliğin yüksek olduğu bir ortamda özel sektör ve yabancı ortaklı bankaların kredi vermek konusunda çok istekli olmayacakları ve bu düzenleme sonrasında aktiflerini ağırlıklı olarak menkul kıymetlerde tutmaları beklenebilir. Kredilerin geri dönüş oranında yaşayabilecekleri potansiyel sorunlar ve tahsili gecikmiş alacaklar göz önüne alındığında bankaların bu konuda rasyonel bir yaklaşım içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan finansal piyasaları düzenleyici ve denetleyici otoritelerin üretim sektörü ve reel sektöre kaynak aktarımının kesintiye uğramadan bu olağanüstü dönemi geçirmek istemeleri ve hatta bunun bir gereklilik olduğunun anlaşılması gereklidir. Bu yükün tüm bankalara paylaştırılması finansal sektörü risklerle karşı karşıya bırakabilecektir. Serbest piyasa uygulamalarıyla uyumu konusunda tereddütler oluşturabilecek, belirsizlik döneminde kredi vermeye teşvik eden düzenlemeler yerine KGF (Kredi Garanti Fonu) benzeri kuruluş üzerinden reel sektörün kriz döneminde geçici desteklenmesi sağlanarak, oluşacak potansiyel riskin yönetimi şirketlerin içinde bulundukları sektör, gelişim potansiyeli ve açıklanacak şeffaf kriterlere göre yönetilmesi bir çözüm yolu olabilir. Bu yönetim sistematiğinde bankaların deneyim ve tecrübelerini birlikte harekete geçirebilecek daha önce ülkemizde uygulanmış İstanbul Yaklaşımı benzeri bir uygulama üzerinde çalışılabilir. İçinde bulunduğumuz dönemin farklı aktörlerin bilgi ve tecrübelerini bir araya getirerek çözüm yollarının üretilmesiyle en az zararla atlatılması mümkün olabilecektir.

* Aktif Rasyosu (AR) : Krediler+(Menkul Kıymetler x 0,75)+(TCMB Swap x 0,5)/TL Mevduat+(YP Mevduat x 1.25)