“Başarısız darbe girişiminden sonra” 15 Temmuz’dan itibaren en çok duyulan veya okunan cümle herhalde budur. Doğal olarak bu girişim birçok alanı ciddi şekilde etkiliyor ve bu etki uzun süre devam edecek gibi duruyor. Ülke derecelendirmesi de bu etkiye mazur kalan konulardan biri. Aslında başarısız darbe girişimi olmasaydı da bu yazımın konusu yine ülke derecelendirmesi olacaktı.
Malum olayın hemen ertesinde, uluslararası derecelendirme kuruluşu S&P Türkiye’nin BB+ olan notunu bir kademe indirdi ve görünümünü negatif belirledi. Bu görünüm kötü, çünkü önemli bir iyileşme olmaz ise önümüzdeki dönemde tekrar bir not düşürme gündeme gelebilir.
Diğer büyük derecelendirme kuruluşları; Moody’s, Fitch ve JCR, her üçünün de Türkiye’ye verdikleri not aslında iyi, yatırım yapılabilir seviye olan BBB-. Ancak bu kuruluşlardan Moody’s görünümü negatif olarak belirlemiş ve gelişmelere göre önümüzdeki aylarda notu düşürme olasılığı bulunuyor.
Öteden beri Türkiye’ye verilen notlar hep tartışmalı. Not artış olduğunda doğru mu yanlış mı diye çok bakılmaz, memnuniyetle karşılanır. Tartışma daha çok not düşüşlerinde ya da görünümün negatif olarak belirlenmesinde alevleniyor. Başta siyasiler olmak üzere Türkiye’de yaygın kanı, notun kasıtlı olarak olması gerekenden daha düşük seviyede tutulduğu. Aslına bakarsanız bu kanıyı destekleyen akademik çalışmalar da var. Bu çalışmalardan birinde en kırılgan gelişmekte olan ülkeler Endonezya, Güney Afrika, Brezilya ve Türkiye ile ilgili istatistiki modeller oluşturulmuş. Bu modellere göre elde edilen ülke notları ile derecelendirme kuruluşlarının verdiği notlar karşılaştırıldığında, sadece Türkiye’ye verilen notların istatistiki modelden elde edilen nota göre düşük olduğu tespit edilmiş. Bir başka ifade ile diğer ülkelerin notları ile modelden elde edilen not örtüşürken, Türkiye’nin derecelendirme kuruluşlarından aldığı notlar modelin ürettiği nota göre daha düşük kalıyor.
Neresinden bakarsanız çok tartışma götürür bir alan, bu ülke derecelendirmesi. Tartışmayı iyi yapmak içinde bunun ne olduğunu iyi bilmek gerekiyor doğal olarak. Önce tanımına bakalım, nedir ülke derecelendirmesi? Genel kabul görmüş bir tanım olarak şöyle denebilir: “Bir ülkenin hazinesinin ihraç ettiği tahvillerin geri ödenmeme olasılığının veya ülkenin tahvillerini faiz ve anapara olarak zamanında ödeyebilme kapasitesi ve ödeme isteğinin değerlendirilmesidir.” Ancak bu tanımı daha da genişletenler var. Onlara görede ülke derecelendirmesi; “ülkenin şu andaki ve gelecekteki tüm yükümlülüklerini yerine getirebilme kapasitelerinin ve istekliliğinin değerlendirilmesidir.”
Peki, bu değerlendirmeyi kim yapıyor? Derecelendirme kuruluşları. Verdikleri notlar uluslararası kabul gören 10 tane derecelendirme kuruluşu var Dünya’da.
1) A.M. Best Company(A.M. Best), Inc.
2) Dominion Bond Rating Service (DBRS)Ltd.
3) Egan-JonesRatingsCompany (EJR)
4) FitchRatings (Fitch) Inc.
5) HR Ratings de México, S.A. (HR Ratings)
6) Japan CreditRatingAgency (JCR) Ltd.
7) Kroll Bond RatingAgency(KBRA) Inc.
8) Moody's Investor Service (Moody’s) Inc.
9) MorningstarCreditRatings (Morningstar), LLC.
10) Standard &Poor’sRatings Services (S&P)
Bunlar, NRSRO [Ulusal Kabul Görmüş İstatistiki Derecelendirme Kuruluşları (Nationally Recognized Statistical Rating Organizations)] statüsünde olan kuruluşlar. Bunlardan isimleri Türkiye’de çok bilinen dört tanesi de ülkemize not veriyor.
Derecelendirme kuruluşlarının notu belirlerken kullandıkları metodolojiler konusunda pek de şeffaf oldukları söylenemez. Her kuruluş internet sitesinden notu etkileyen faktörlerin neler olduğunu açıklıyor. Genelde hepsinin dikkate aldıkları faktörler; kişi başına düşen milli gelir, cari denge, ülkenin borç stoku, ülkenin siyasi istikrarı, yönetim uygulamaları vb. şeklinde sıralanabilir. Ancak bu faktörleri nasıl sayısal hale getirdikleri, her faktörün notu ne ölçüde etkilediği gibi konuları açıklamıyorlar. Yani bu faktörleri nasıl işledikleri derecelendirme kuruluşlarının kara kutusu, bu bilgileri kamuya açıklamıyorlar. Derecelendirme kuruluşlarına karşı en önemli eleştirilerden bir bu şeffaf olmayan durum diyebiliriz.
Bir ülkenin notu, uluslararası piyasalardan borçlanırken ve ülkeye yabancı yatırımcı davet ederken önemli bir kıstas konumunda bulunuyor. Çünkü bu notlar, borçların geri ödenmeme olasılığından daha çok ülkenin risk göstergesi olarak algılanıyor. Notları düşük olan ülkeler zor borç buluyorlar ve borçlanırken risk primleri yüksek olduğu için maliyetleri yüksek oluyor. Örneğin uzun vadeli yatırım yapan büyük emeklilik fonları bir ülkenin tahvillerine yatırım yapmak için o ülkenin notunun yatırım yapılabilir seviye olan BBB- üzerinde olması şartını arıyorlar. Yukarıda anılan 10 derecelendirme kuruluşundan iki tanesinden bu seviyenin altında notu olan ülkeler büyük emeklilik fonlarının yatırımlarından pay alamıyorlar.
Bu anlattıklarımız küresel finansal piyasalarda göz ardı edilemeyecek gerçekler. Bir de Türkiye’nin gerçekleri var. Bu gerçeklerden en önemlisi de kronik bir tasarruf açığının bulunması. Ve bu açığı uluslararası piyasalarda borçlanarak kapatmak durumundayız. Finansal sistemin işlemesi ve ekonominin çarklarının dönebilmesi için yabancı sermaye girişinde aksama olmaması ve var olan yabancı sermayenin de sistemde kalması gerekiyor. Bu açıdan bakınca, S&P’den sonra diğer üç büyük derecelendirme kuruluşunun Türkiye notunu BBB- yatırım yapılabilir seviyede tutması önemli hale geldi.
Aslında derecelendirme kuruluşları darbe girişimi sonra yayınladıkları raporlarda, girişimin ekonomi üzerindeki ilk etkilerinin sınırlı kaldığı, ancak orta ve uzun vadedeki etkilerini yakından takip edeceklerini ifade ettiler. Altını önemle çizdikleri nokta ise “toplumsal uzlaşma”. Makul bir çoğunluğun desteğini alan sivil siyasi iradenin,bu uzlaşmayı sağlayarak, en kısa sürede ülke genelinde siyasi ve ekonomik bir istikrar ortamını oluşturması gerekiyor. Eğer böyle bir istikrar ortamı yaratılmaz ise not düşüşleri bir tarafa, ekonomide zor zamanları yaşamamız kaçınılmaz gibi duruyor.