Artık daha yüksek bir faiz artışı neden kaçınılmaz
Finans teorisinin en temel ayaklarından birisi risk-getiri ilişkisidir. Kısaca der ki, bir finansal enstrüman, içerdiği riski karşılayacak miktarda getiri sunması durumunda talep görebilir. Bu önermenin tersi ise getirisi içerdiği riskleri karşılamaktan uzak olan finansal enstrümanlar talep görmez, hatta satılırdır. Bu önermenin Türkçedeki karşılığı "ne kadar ekmek o kadar köftedir". Finans teorisinde getiri somut ancak riskler bir miktar soyuttur; getiri kadar kolay ölçülemez. Daha çok algı ile şekillenir. Bu nedenle de olması gereken düzeyin çok ötesinde fiyatlanabilir. Bu da "aşırı iyimserlik" ya da "aşırı karamsarlık" durumlarına neden olur. Bunun fiyatlar üzerindeki yansıması da abartılı ve sert olur. Bu olumsuzluğu tersine çevirmek için ivedilikle ya algı düzeltilir ya da getiri radikal bir şekilde artırılarak riskleri karşılar bir düzeye getirilir. Algıyı düzeltmek repütasyonla ilgilidir. İş başındaki kişilerin repütasyonu ne kadar yüksekse o kadar başarılı olunur. Bu nedenledir ki, kriz yönetimi dikkatle ele alınmayı gerektiren önemli bir konudur. Hatta bazı durumlarda eldeki isimlerle başarılı olunamayacağına inanılıyorsa dışarıdan yardım istenebilir. Getiriyi artırmak ise iktisadi bir karardır. Atılacak adımın artı ve eksileri bir arada değerlendirilmek suretiyle kararlaştırılır, statik değil de dinamik bir analiz yapılır. Kısa vadeli değil, uzun vadeli etkileri üzerinden ele alınır ve asla inatlaşmaya mahal bırakılmaz.
Konuyu Türkiye'nin mevcut durumu üzerinden okumaya çalışalım. Türkiye'nin riskleri son dönemde yüksek bir artış kaydetti. Bu risklerin büyük bir kısmı ekonomi dışından kaynaklandığı için de neden olduğu algı bozukluğu fazla oldu. Zira siyasal, sosyal, jeopolitik riskler ekonomik riskler kadar kolay ölçülemez, rakamlaştırılamaz. Unutulmamalıdır ki, yatırımcılar ölçemedikleri risklerden uzak durmayı yeğlerler. Hele ki, algı bozukluğunu düzeltmek adına uygulanan politikaların kriz yönetimi ilkeleri ile bağdaşmaması ve ne yazık ki "vatandaş dövizini bozsun" noktasında ele alınması algı bozulmasını daha da uç bir noktaya taşıdı. Atalarımızın dediği gibi taşıma su ile değirmen dönmez! Ortada bir algı operasyonu olup olmadığı üzerine kafa yormak sonuç getirmez, hatta problemin tamamını bu noktaya indirgemek algı operasyonunu yapanların ekmeğine daha fazla yağ sürer... Kaldı ki, finansal teoride sorunları somut değil de soyut neden-sonuç ilişkileri üzerinden ele aldığınızda çoğunlukla oyunu kaybedersiniz.
Gelinen nokta itibariyle elimizde kalan tek enstrüman, risklerimizi karşılayacak düzeyde bir getiri sunabilmek... Yani faiz artırmak. Faiz artırmanın hiç şüphesiz ekonomik ve siyasal anlamda maliyetleri olacaktır ancak bu maliyetler şimdi değil, olay bu noktaya gelirken düşünülmeliydi! "Faiz artırmak ya işe yaramaz ise..." şeklinde başlayan cümleler somut örneklerle desteklenmeye muhtaç! Riskleri karşılayacak düzeyde faiz artırımının işe yaradığına ilişkin onlarca örnek sıralayabiliriz. Burada kritik olan husus "riskleri karşılayacak düzey" niteliğinin işaret ettiği rakamın ne olduğunun doğru ölçülebilmesidir. Türkiye bu hususta başarılı bir geçmişe ve tecrübeye sahip. Son beş yıl içerisinde benzer sorunlar karşısında atılan adımlar sayesinde Türk Lirası'ndaki değer kaybının önüne geçebilmiştik. Her seferinde kısa vadeli faizleri %12 seviyesine çıkarmış ve TL'deki erimeyi durdurmuştuk. 2006'daki deneyimimiz ise daha didaktik bir nitelik taşıyordu. Faizlerin yeterli ölçüde artırılamaması durumunda TL'deki erimenin önüne geçilemeyeceği ve ilk an gerekenin çok daha fazla faiz artırmak zorunda kalınacağını gösterdi: TCMB'nin 1.75 puanlık faiz artırımı yeterli olmayınca üç hafta gibi kısa bir zaman diliminde sırasıyla 2.25 ve 2.00 puanlık iki ayrı faiz artırımına daha gidilmek zorunda kalınmıştı... Yurtdışından da örnekler verebiliriz. Mesela, yakın geçmişte Rusya benzer bir riske maruz kaldı. Bir yandan çöken petrol fiyatları, diğer yandan ülkenin karşı karşıya kaldığı ekonomik ve siyasi ambargolar (Ukrayna'nın bazı bölgelerini işgal ve ilhak etmesi sonrasında) Rus Rublesi'nde ciddi oranda bir değer kaybına neden olmuştu. Bu sorun karşısında Rus Merkez Bankası kısa vadeli faizlerde 6.5 puanlık bir artırıma gitmek zorunda kaldı. Bu örneklerin tamamında artan risklere karşılık yüksek getiri sunmak suretiyle risk-getiri dengesi oluşturuldu ve para birimindeki değer kaybının önüne geçilebildi.
Mevcut ortamda TL'ye istikrar sağlayabilmek için öncelikle riskleri azaltmak ve/veya riskleri karşılayacak ölçüde getiri sunmak gerekiyor. Bu gerekirken yanlış bir kriz yönetimi ile riskleri daha da artırmak ya da getirinin daha da azaltılmasını savunmak TL'deki değer kaybını daha da artırır ve ekonomideki tahribat daha da büyür (bu husustaki yorumlarımıza 9 Kasım'daki makalemiz üzerinden ulaşabilirsiniz ( TL'deki değer kaybı önemsenmeli )Ve eninde sonunda, ister gönüllü ister gönülsüz, daha yüksek bir faiz artırımı kaçınılmaz olur!
YORUM YAZ