Dolar ve ekonomiye etkileri…
Başta ABD Doları ve Avro olmak üzere döviz kurlarının Türk Lirası (TL) karşısındaki konumu, değer kazanması veya kaybetmesi, faizden, dış ticarete, büyümeden, enflasyona birçok konuda Türk ekonomisini derinden etkiliyor.
ABD, İngiltere gibi gelişmiş ülkelerde borsa, paranın, ekonominin odağında yer alıyor. Türkiye’de ise döviz kurları ve altın, borsadan çok daha ağırlıklı konumdalar. Bunun da etkisiyle döviz kurları Türkiye açısından her zaman önemli sonuçlar yaratmıştır.
Geçmişte ABD Doları, Alman Markı, şimdi ABD Doları ve Avro’nun seviyesi Türk ekonomisindeki birçok parametreyi etkiledi.
Türk ekonomisinin en temel sorunlarından biri dış ticaret açığıdır. Öyle ki Türk ekonomisi 1946 yılından bu yana dış ticaret açığı vermektedir. Bu açık, turizm, navlun gibi hizmet gelirleriyle kapatılmaya çalışılsa da kapatılamamış ve ülkenin her zaman bir cari açık sorunu olmuştur. Döviz açığını yüksek faiz vererek sıcak parayla kapatmaya, yabancı sermaye ile kapatmaya çalışan Türk ekonomisi, ister istemez dış borçlanmaya gitmekten başka bir yol bulamamıştır.
Türkiye açısından her zaman sorun olan döviz kurları, geçmişte yaşanan 16 ekonomik krizin de temel nedenlerinin başında gelmektedir.
Enerji açısından dışa bağımlı olan Türkiye, enerjiyi dolar, sanayi ürünlerinin çoğunu ise Avro ödeyerek alıyor. İhracatının yarıya yakınını AB ülkelerine yapan, turizm gelirlerinin büyük bölümünü bu ülkelerden sağlayan Türkiye’nin, döviz gelirlerinde avronun ağırlığı da fazladır.
Geçmişte yaşanan yüksek enflasyon, verilen dış ticaret açıkları nedeniyle sık sık ödemeler krizine girilmesi Türk halkının tasarruflarında dövize yönelmesine neden oluyor. Piyasa için söylenebilecek en kesin hüküm, Türk halkının dolar, avro ve altına borsayla kıyaslanmayacak ölçüde değer vermesidir.
Doların 6 sıfır silinmiş olarak seyrine baktığımızda, 2000’de 0,6276 kuruş olan ABD Doları, 2001’de 1,2344, 2002’de 1,5137, 2003’de 1,4988, 2004’de 1,4288, 2005’te 1,3473, 2006’da 1,4387, 2007’de 1,3078 olan ortalama dolar döviz satış kuru, 2008’de 1,2993’e indi. Hatta 16 Ocak 2008’de 1,1449’a kadar düştü. Dolar, 2009 yılında ortalama olarak 1,5549, 2010’da 1,5084, 2011’de 1,6788, 2012’de 1,8007, 2013’de 1,9061, 2014’de 2,1921, 2015’de 2,7258, 2016’da 3,0277, 2017’de 3,6557, 2018’de 4,8241’ye çıktı. Bu yıl halen ortalama döviz satış kuru 5,6624 düzeyinde bulunuyor.
Dolardaki yükselme, dolar cinsinden milli geliri doğrudan etkileyen bir unsur. TL olarak milli gelir artsa bile, dolardaki artış, dolar bazında milli geliri aşağı doğru çekiyor. Örneğin 2013 yılında Türkiye’nin gayri safi yurt içi hasılası (GSYH) 950,3 milyar dolara, kişi başına milli geliri de 12 bin 480 dolara kadar çıkmıştı. O tarihten bu yana, 2014’de yüzde 5,2, 2015’de yüzde 6,1, 2016’da yüzde 3,2, 2017’de yüzde 7,5, 2018’de yüzde 2,8 büyüme olmasına rağmen, 2018’de GSYH 789,1 milyar dolara, kişi başına milli gelir de 9 bin 693 dolara indi. Bu rakam, 2020 programına göre, 2019 yılında 749,1 milyar dolara, kişi başına milli gelir ise 9 bin 93 dolara gerileyecek, büyüme ise yüzde 0,5 olacak.
Program tahminleri tutarsa, 2013-2019 döneminde GSYH, yüzde 27,9 büyümeye rağmen, dolar cinsinden, 201,2 milyar dolar, kişi başına milli gelir ise 3 bin 387 dolar azaldı. Bunun sebebi dolar kurudur. Örneğin 2013 yılını baz aldığımızda, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) o tarihte ortalama kuru 1,9044 almış. 2013 Ekim-2019 Ekim döneminde tüketici fiyatları yüzde 91,1 oranında artış gösterdi. Ortalama dolar kuru da benzer bir artış göstermiş olsaydı, bu yıl ortalama dolar kuru 3,6393 TL seviyesine çıkar ve Türkiye'nin GSYH'si 1 trilyon 173,1 milyar dolara, kişi başına milli geliri de 14 bin 241 dolara yükselirdi. GSYH şimdikinden 224 milyar dolar, kişi başına milli gelir de 5 bin 148 dolar daha fazla olurdu.
Dolardaki artışın etkisi bununla da sınırlı kalmıyor. Türkiye, enerjinin hemen hemen tamamını ABD Doları ödeyerek alıyor. Bu, Türkiye’nin enerjiye olması gerekenden daha fazla TL ödemesi demek oluyor. ABD Doları cinsinden enerjiye ödenen para aynı kalsa bile TL karşılığı artıyor. Bu da enerjinin pahalanması, enerji maliyetinin artması demek oluyor. Türkiye, petrolünü, doğal gazını, kömürünü dolar ödeyerek satın alıyor. Elektrik üretiminin çok önemli bölümü de ithal doğal gaz kullanılarak üretildiği için dolar harcanarak elde ediliyor.
Petrol ürünleri ve doğal gaz fiyatlarındaki artış, sadece enerji maliyetlerini değil, sanayinin çok kullandığı önemli girdileri de artırıyor. Petrol, plastiğin ham maddesi. Günümüzde plastik olmadan bir hayatı düşünmek zor bile değil imkansız. Doğal gaz gübre sanayinde çok kullanılan bir girdi.
Dolardaki artış, sadece petrol ve doğal gaz maliyetlerini değil, ham madde ve yarıl mamul madde ithalatı nedeniyle girdileri önemli ölçüde etkiliyor. Türk ekonomisi, ham madde ve yarı mamul maddede dışa bağımlı bir ekonomi olması nedeniyle çok fazla zarar görüyor.
Ekonomideki küçülmeye rağmen, 2019 yılının Ocak-Eylül döneminde 148,4 milyar dolarlık ithalat yapıldı. Bu ithalatın yüzde 78,4’ü ara (ham madde) mallarından, yüzde 12,4’ü ise sermaye (yatırım) mallarından oluştu. Tüketim mallarının payı yüzde 8,9’da, diğer ithalatın payı yüzde 0,3’de kaldı.
Dolardaki yükseliş, ham maddelerin çok büyük bölümü dolarla alındığı için TL olarak ham madde maliyetini artırıyor. Bu da ekonomiye enflasyon olarak yansıyor.
Tabii bunun iç piyasaya, daha doğrusu iç üretime de olumlu etkisi oluyor. İçeride üretim yapanlar, ithal mamul mallar pahalandığı için, Türkiye içinde daha rekabet edebilir koşullara ulaşabiliyorlar. Yalnız, bundan ithal girdi kullanarak üretim yapan sektörler yeterince yararlanamıyor. Çünkü yaptıkları ithalat daha pahalı hale geliyor. Nitekim, Çin gibi ülkeler, paralarını olması gerekenin altında tutarak, iç piyasaya destek veriyorlar. İşe ihracat yönünden baktığımızda ise yerli mallar döviz cinsinden ucuzladığı için TL’deki değer kaybı, ihracata doğrudan destek veriyor. Firmalar, döviz bazında daha ucuza ihracat yapabilme olanağı nedeniyle rekabet edebilme seviyelerini artırıyorlar.
Yine de son yıllarda dövizdeki aşırı yükselişe rağmen ihracatın artmadığı görülüyor. Bu da dış pazarlarda tıkanma ve aşırı rekabetten kaynaklanıyor. Markaya, ileri teknolojiye, kaliteye dayalı üretim yapamazsınız ihracat yapmanız da günümüzde çok zor. Sadece ucuz üretmek yetmiyor. Ne kadar ucuzlatırsanız ucuzlatın sizden daha ucuza satacak bir Çin, Hindistan, Pakistan var.
Turizm ve navlun gelirlerine bakıldığında, yani hizmet ihracatı açısından değerlendirildiğinde dolar ve avrodaki yükselişin her iki sektöre de olumlu yansıdığı açık. Bundan dolayı turizm sektörü, her zaman değerli TL istemez. Çünkü, gelirlerini döviz cinsinden elde ederlerken, harcamalarını TL olarak yapıyorlar. Dolar ve avrodaki yükselme sektöre TL cinsinden gelir artışı demek. Bu da doğrudan elde ettikleri kara yansıyor.
Borçlara gelince. Türkiye, devlet borçları açısından büyük bir sıkıntı yaşamıyor. Sıkıntı dış borçların yanı sıra iç borçların da önemli bir bölümünün döviz cinsinden olmasıdır. Bilindiği gibi kamu gelirlerini, yani vergileri ve diğer gelirleri TL cinsinden topluyor. Döviz cinsinden borç, eğer TL değerinde gerileme olursa, borcun TL cinsinden karşılığının artması demektir.
Özel sektörün dış borç stoku ise kamudan çok daha kötü durumda bulunuyor. Bundan dolayı, dolar ve avrodaki her artış özel sektöre pahalıya patlıyor.
TL’nin değer kaybetmesi, döviz fiyatlarının artması doğrudan açık pozisyonları vuruyor. Döviz borçlarının TL karşılığı artıyor, borçlular TL olarak artan borçları nedeniyle sıkıntıya düşüyor.
Faiz oranlarına gelince, Merkez Bankası’nın faiz indirimi ekonomide genişlemeye neden oluyor. Bu da daha fazla tüketim, daha fazla yatırım, daha fazla ithalat demek. Üretimle, dövizle beslerseniz sorun yok ama besleyemezseniz enflasyon ve döviz kurlarındaki yükselme ve sonuçta faizlerde artış kaçınılmaz bir hal alıyor. İşte tam burada Merkez Bankası’nın sıkıntısı başlıyor. Bir kesim, büyümenin artmasını istiyor. Büyüme artınca, istihdam artacak, işsizlik düşecek, üretim ve yatırım artışı olacak, hane halkı gelirleri düzelecek. Kar oranları artacak. Diğer kesime göre, Merkez Bankası faizleri düşürürse, ekonomi ısınacak, ithalat artacak, döviz sıkıntısı baş gösterecek, borçlar çevrilemez hale gelecek, şirketler batacak, işsizlik artacak.
Hem büyüme hem istikrarı isteme özellikle dünyadaki ekonomik yavaşlama, döviz kıtlığı dönemlerinde mümkün değil.
Ya büyümeyi ya da istikrarı seçeceksiniz.
Merkez Bankası, hem büyümeyi desteklemek istiyor hem de istikrar bozulmasın istiyor. Bunu gerçekleştirmesi imkansız gibi.
Merkez Bankaları böyle bir ortamda ister istemez temkinli olmak, faizlerdeki değişikliği enflasyon görünümündeki iyileşme veya kötüleşme durumuna bağlamak, istikrarı korumak zorundadır.
Farklı bir duruş ekonomiyi çok ciddi sıkıntılara sokar, fark edemeden hızla duvara çarpılır.
TÜİK verilerine göre yıl ortası nüfus, dolar bazında kişi başına milli gelir ve GSYH verileri şöyle:
|
| Kişi |
|
| Yıl Ortası | Başına | GSYH |
| Nüfus | GSYH | (Milyar |
Yıllar | (Bin Kişi) | (Dolar) | Dolar) |
2007 | 70.158 | 9.656 | 677,4 |
2008 | 71.052 | 10.931 | 776,7 |
2009 | 72.039 | 8.980 | 646,9 |
2010 | 73.142 | 10.560 | 772,4 |
2011 | 74.224 | 11.205 | 831,7 |
2012 | 75.176 | 11.588 | 871,1 |
2013 | 76.148 | 12.480 | 950,3 |
2014 | 77.182 | 12.112 | 934,8 |
2015 | 78.218 | 11.019 | 861,9 |
2016 | 79.278 | 10.883 | 862,8 |
2017 | 80.313 | 10.616 | 852,6 |
2018 | 81.407 | 9.693 | 789,1 |
2019 (*) | 82.377 | 9.093 | 749,1 |
(*): 2020 Programı Gerçekleşme Tahmini.
YORUM YAZ